SEZAİ KARAKOÇ İDEALİZMİ İÇİN KENDİSİNİ FEDA ETMİŞ, FEDAKÂRLIK TİMSALİDİR
Şair-yazar Ömer Erdem, Türkiye Yazarlar Birliği’nde, vefatının 1 yıl dönümünde şair yazar ve mütefekkir Sezai Karakoç’u anlattı:
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi, geçen yıl vefat eden şair, yazar ve düşünür Sezai Karakoç’u 1. ölüm yıl dönümünde çevrim içi konferansla andı. Programa İstanbul’dan katılan şair, yazar Ömer Erdem, “Sezai Karakoç kıymetli bir isim, her kıymetli ismin birden fazla özelliği var. Bu isim bizi birden fazla yollara, kanallara, kapılara, odalara götürüyor” dedi.
TYB Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Atilla Yaramış’ın yönlendirmesi ile gerçekleşen konferansta Erdem şair, düşünür, dergici, anı, piyes ve öykü yazarı ve önder kişiliği olan bir Sezai Karakoç’tan bahsetmenin mümkün olduğuna işaret ederek “Bütün bu mümkün olanlar aslında bizi; hayatı, yazdıkları kişiliğiyle çelişmeyen ilginç bir tipolojiye götürüyor. Ben burada Sezai Karakoç kişiliğini, şairliğini ve düşünürlüğünü esaslı kılan, onun gelecek zamanlarda da üzerinde durulacağını düşündüğüm bazı özellikleri üzerinde durmak istiyorum” diye konuştu.
“Her şeyden önce Sezai Karakoç bir idealist. Gençliğinden beri kendisini idealist bir persona olarak konumlandırmış ve bunu yaparken de dışarıdan onu telkin edip yönlendiren politik telkinlerle değil, kendi ontolojisinden kaynayan, kaynaklanan bir gerek olarak ortaya koymuş birisidir” diyen Erdem sözlerini şu cümlelerle sürdürdü:
“Karakoç öncelikle kendisini hayata karşı gerçekleştirmesi gereken bir özne olarak görüyor. Bir şiirinde ‘Ben gençliğimi çocukluğumda yaşadım, şimdi bilmiyorum niye’ mısrasında dediği gibi genç yaşta uyanmış bir farkındalık ve idealizmden bahsediyoruz. Bunu şundan dolayı temellendirmek istiyorum; Sezai Karakoç’un bütünüyle hayatı, yaptıkları, yazdığı şiir, çıkardığı dergi, düşünme biçimi, insan ve toplum ilişkilerinin temelinde bu idealist kişilik var.”
Karakoç batılı olsaydı daha çok değer görürdü.
Edebiyat ve kültür tarihimizde şahsiyetlerin verim derecesi ve değeriyle onların topluma sunulması ve toplumsallaşması arasında bir ayrışma olduğunu da vurgulayan Erdem şöyle konuştu:
“Karakoç’un da içinden geldiği sosyokültürel ortam, tarihsel sebeplerle daha kapalı, kendi içine sıkışmış, merak duygusunu da yitirmiş bir toplum görüntüsü taşıyor. Bir insanın hayatının ve eserinin kendiliğinde toplumun duyarlılıkları, ilgileri, merakları insan için dolayıma girmesi farklı işleyen mekanizmaları da gerektiriyor. Mesela Nazım Hikmet söz konusu olduğu zaman ailesi çocukluğu, annesi, aşkları, hapishane hayatı, sürgün hayatı, entrikaları ve fotoğraflarını dolayıma sokacak ve eserle portre arasında daha sıkı ve yakından ilişki kuracak bir sosyalite söz konusu. Ama Sezai Karakoç söz konusu olduğu zaman ki bu benzer başka şair ve yazarlar içinde söz konusu, o sanki yokmuş gibi bir tabloyla karşılaşılıyor. Halbuki, Sezai Karakoç gibi bir tipoloji Türkiye’de değil de batıda, mesela Viyana’dan vazgeçtim, Budapeşte’de, Slovenya’da yaşasaydı; mutlaka kültürel çevrelerin daha çok ilgisini çeker, daha erken zamanlarda yazdıklarıyla, yaşadıklarıyla, önerileriyle toplumun gündemine gelirdi. Fakat Karakoç’un içinden çıkıp geldiği sosyokültürel ortamın sosyalite eksikliği nedeniyle bir bakıma onun daha erken zamanda, yazdıklarıyla, düşündükleriyle eylemiyle toplum tarafından karşılanması, düşünülmesi, tartışılması hatta eleştirilmesi imkânları ortadan kaldırılmış oluyor.”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.