TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ KONYA ŞUBESİ'NİN
"İnsan tecrübesi san'atkârda şeklini bulur.San'atın başladığı yerde,Her şey susar ve hürmetle el kavuşturur.""San'at ölümden sonraki hayattır" ...
"İnsan tecrübesi san'atkârda şeklini bulur.
San'atın başladığı yerde,
Her şey susar ve hürmetle el kavuşturur."
"San'at ölümden sonraki hayattır"
A.Hamdi TANPINAR
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin, "Yazılacak Çok Şeyimiz Var" başlığı altında organize ettiği onlarca programdan birisi de geçtiğimiz hafta sonu Bursa'da gerçekleştirildi. Program dâhilindeki geziler içinde belki de, san'at karşısında susup, hürmetle el kavuşturduğumuz, saygı ile eğildiğimiz en müstesna il Bursa oldu. Bir imparatorluğun kuruluşuna, cihan imparatorluğuna namzetlenişine beşiklik yapan Bursa, yangın, deprem ve zamana rağmen hâlâ bütün ihtişamıyla tarihsel, sanatsal, doğal muhteşemliğinin haklı gururunu sürdürüyordu. Kuruluştan bugüne değin yaşayanlar tarihsel kültür ve medeniyetlerine büyük ölçüde sahip çıkmışlar. Tarihi mekanları gördükçe içim cız etti, telafisi imkansız burukluklar da yaşadım. Zira Konya'mızda ancak yüzde yirmisi ayakta kalabilmiş olan, hiç acımadan hoyratça yok edilenmiş tarihi eserleri düşündüm. En basit bir örneğini verecek olursak, yaklaşık iki ay önce Suriye/İdlip'ten bir telefon almıştım; 1920'li yıllarda Konya'ya gelen ve burada vefat eden Kazasker Şeyh Vahit Mardini'nin yakınları bu zâtın kabrinin Konya'da bir caminin avlusunda bulunduğunu öğrenmişler. (Tesadüfen tanıştıkları bir Suriyeli, Almanya'ya giderken Konya'ya uğradığını ve bir caminin avlusundaki bir mezar taşında Kazasker Şeyh Vahid Mardini ismini okuduğunu, dua gönderdiğini söylemiş. Ancak aradan yirmi yıl kadar bir zaman geçtikten sonra bu haberi, Kazaskerin yakınlarına verebilmiş, yani yirmi yıl öncesi mezar hâlâ mevcutmuş) Benden bu mezarı bulmamı, gelip dedelerini ziyaret etmek istediklerini söylediler. Müze Müdürlüğü, Vakıflar Müdürlüğü, Üniversite tarih, sanat tarihi hocaları, Konya'mızın kültür ve tarih araştırmacılarına kadar herkese sordum. Aldığım cevaplar birbirinin aynı ve çok üzücüydü, "Boşuna aramayın bulamazsınız. Camilerin hazireleri kaldırıldı". Yine de gidebildiğim camileri dolaştım, avlularında mezar kalmamıştı. En azından kaldırılan, yerle bir edilen bu hazirelerin kayıtları tutulabilirdi. Çok üzüldüm.
Bursa'da türbe ve camilerin avlularındaki mezarlar lalelerle bezenmiş, tertemiz, bakımlı bir şekilde ziyaretçilerine kucak açıyordu. Yaşadığım bir başka burukluk devamındaki mutluluk ise, Selçuklular zamanında yapılan İnce Minare'nin eşiz bir sanat eseri olan taç kapısındaki önüne geçilemeyen aşınmalardı. (Belki o zamanın maddi imkanlarından dolayı kullanılan malzemenin kalitesinden olabilir) Yer yer dökülmelerdi gözlerimin önüne gelen. Bursa'daki tarihi eserlerin bağrındaki süsleme ve oymalar mermere işlendiği için ne dökülme ne de aşınma olmuş, yapıldığı zamanki gibi kalmış. Selçuklu medeniyetinin bir ucu, bir uzantısı olan Osmanlı sanatındaki malzeme kalitesi ile Selçuklu sanatının kucaklaşmasıydı gördüklerim. İnce Minare için üzüldüm, Bursa'daki eserler için sevindim.
"Selçuklu Payitahtı" sözü Konya'ya ne kadar yakışıyorsa; "Hüdâvendigâr Şehri" sözü de Bursa'ya o kadar yakışıyor. Her adımda, her solukta buram buram Osmanlıyı kokluyorsunuz. Her mimari eserde Selçuklu sanatı izine rastlıyorsunuz. Sadece Selçuklu sanatının izleri değil, çoğu camilerde az da olsa Bizans mimarisinden de izler görüyorsunuz. Mimaride ve süslemelerde yer yer kilise motifleri de dikkati çekiyor. Örneğin, I.Hüdavendigâr Camii, Sultan I.Murat Türbesi, Venedikli esir bir mimara çizdirilmiş, dolayısıyla Venedik kültürü taşıyor. Bunlar insanı düşündürüyor. İnsanın, "Belki de Osmanlı mantığını tam anlamak gerekirse, evrensel bir devlet, yani bir dünya devleti mantığı... Mimarisinde bile yer verdiği Rum'a da, Hristiyan'a da kucak açıyor. Horasan'dan, Konya'ya; Konya'dan Bursa'ya; Bursa'dan, Edirne'ye, İstanbul'a... ve Balkanlar'dan Viyana'ya kadar... Hani bir hikaye anlatılır; Yahya Kemal'e sormuşlar, "Türkler Viyana'ya kadar o geniş toprakları nasıl fethettiler" diye. Şair cevaplamış, "Mesnevî okuyarak, bulgur pilavı yiyerek" Evet! Mesnevî'nin, Mevlâna'nın hoşgörüsüyle Horasan'dan Anadolu üzerinden(Selçuklu, Osmanlı) Balkanlara uzanan bir hoşgörü kucaklaması.
Hoşgörü deyince şimdi aklıma gelen bir serzeniş; TYB'nin gezi otobüsü Yıldırım'dan aşağıya inip dere boyunca yol alırken, manzaradan etkilenen bir arkadaşımız, "Ne güzel deresi var. Konya'da yok" dedi. "Konya'nın da gürül gürül çağlayan Mevlâna'sı var!.." diye cevap verdim. Meram Deremiz eskisi gibi çağıldayamıyor, tarihi eserlerimizin büyük bir kısmı yok edilmiş olsa da Konya'mızda da İstanbul ve Bursa'da teneffüs edilen tarihi hava buram buram kendisini hissettiriyor. Önemli olan şu anda elimizde olan eserlerimize sahip çıkabilmek, geçmiş geçmiştir artık. Ah vah etmekle geri gelmez.
Nasıl ki İstanbul ile gurur duyuyorsak Bursa ile de gurur duyuyoruz. Her il, her karış toprak hepimizin ata yadigârı, öz miraslarımız.
Osmanlı mührünün olabildiğince derin vurulduğu Bursa'ya kaç defa gittiğimin, kaç gün konakladığımın sayısını hatırlamıyorum. Ama itiraf etmeliyim ki, her gittiğimde tarihi mekanları gezmiş olmama rağmen bu kadar ince tarihi ayrıntıyı bilmiyordum ve buralarda dolaşırken Osmanlı ruhunu bu kadar yakınımda hissetmemiştim. Gözlerim adeta ledünni bir rüyada gibi dolaştı durdu. Sebebi ise, Türkiye Yazarlar Birliği Bursa Şubesi Başkanı, Mehmet Fatih Birgül'ün dolu dolu bilgiye sahip olması ve bizlere bu bilgiler ışığında rehberlik etmesiydi. Grupta tarih ve sanat tarihi uzmanlarının da olması, karşılıklı tarihi diyalogların doğması geçmişte yaşananları daha bir yakına getirip, zaman zaman bilgi aktarımına, zaman zaman tarihi münazaraya dönmesine güzel bir vesile oldu.
Bursa'daki tarihi mekanları gezi güzergahımız Yıldırım'dan başladı; Yıldırım Bayezid Camii yanında Yıldırım Bayezid Türbesi(hemen hemen her türbenin yanında aynı adı taşıyan bir camii mevcut) bir garip buruktu. Osmanlı padişahlarının gelip de mezarını ziyaret etmeden gidişleri, Niğbolu yenilgisinden daha ağır gelmişti belki de, Yıldırım'a, kim bilir. Timur hadisesinden sonra, "Yıkılmadık, ayaktayız" mesajı verilircesine yaptırılan ve Yeşil çinilerle tarihe ebedi Osmanlı damgasını vururcasına bezenenYeşil Türbe. (ne yazık ki restorasyonunu yapan bir sanat tarihi profesörü, lavabolara döşenen fayansları getirip cephesine yapıştırmış. Şimdi yeniden restorasyonu yapılıyor) Yeşil Türbe'nin yanındaki bahçesinde Yavuz Sultan selim'in meşhur nedimi Hasan Can'ın mezarı var. Yeşil Türbe'nin cephesindeki mermerlerin yarım kalmış oymaları, Çelebi Mehmet'in vefatından sonra oğlu ile Mimar İvaz paşa'nın arasının açılması ve tamamlanamamış sanat şaheseri görülüyor. Caminin inşaatı sırasında yerleştirilen, dışında ve içinde bulunan mermer silindirlerin görevi ise bir kayma veya depremden dolayı silindir işlevini kaybedecek olursa ona göre önlem almak içinmiş.(İlber Ortaylı'nın gezdirdiği İngiltere kraliçesi bu silindirleri görmek için Yeşil Türbe'yi gezi programına özellikle koydurtuyor) Caminin içinde hünkar balkonu mevcut. Padişah namazını orada kılarmış. Caminin ortasındaki havuzun içindeki yapma çiçeğin hiç uymamış olduğunu söylediğim zaman Fatih bey, "Bu gördüğünüz yapay çiçeklerin yerinde Çelebi Mehmet zamanında yaptırılmış muhteşem bir köşk minyatürü vardı. Ne yazık ki çalındı. 9-10 sene önce bu yapay çiçekler yerine konuldu" dedi... Burada da Selçuklu mimarisinden Bizans mimari tarzına doğru bir kayış görülüyor.
Bursa'nın mânevi kutbu Emir Sultan Hazretleri'nin türbe ve camiini görmeyen bilmeyen yoktur. Ulu Camii ise, adından da anlaşıldığı gibi ihtişamı göz kamaştıran bir ulu şaheser. Taşıdığı mânevî hava ise apayrı bir ruhaniyet taşıyor. (Dünyanın 5.kutsal camisinden birisi) tek bir çivi çakılmadan yapılan ahşap oyma minberi en çok dikkati çekiyor.
Muradiye Camii ve Külliyesi, tarihin acı tatlı olaylarını bağrında gizleyen bir mekan. Boğdurularak öldürülen Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mustafa, Cem Sultan'ın mezarları burada. İnsan, "Boğdurmaktan başka bir çözümü yok muydu bu saltanat hiyerarşisinin?" diye düşünmekten kendisini alamıyor. O zamanın düşünce ve siyaseti bunu gerektiriyordu belki de. O boğdurulan şehzadelerin annelerini düşündüm. Sultanlar için sultanlık ihtişamına inat en dayanılmaz acılardı muhakkak. Muradiye Külliyesi'nin haziresi, her ölen padişah ve öldürülen şehzade geldiğinde ağlayarak bağrına basmış evlatlarını, doğru veya yanlış yapmış olsalar da... Bahçesinde Osmanlının kuruluşunda dikilen ağaç bile hâlâ mevcut. Ancak bu ağaç 2000 yılında çökmüş. Bir anıt gibi, kuruluşun bir canlı şahidi gibi külliyenin bahçesinde varlığını sürdürüyor.
Osman Gazi ve Orhan Gazi Türbeleri zamanın ramazan toplarının atıldığı, o sebeple Tophane denilen mekânda bulunuyor. Kuruluşun önem ve ululuğuna nazire olurcasına mütevazılıklar içinde. Türbelerini ziyaret ederken düşünmeden edemiyorum. "Gerçekten kuruluşun temelleri Osman Bey'in Şeyh Edebali'nin kızı Mal Hatun'a olan aşkıyla mı atıldı, yoksa Şeyh Edebali'nin rüyası sonucu mu damatlığa kabul edildi. Orhan Bey'in kolları gizemli kadın Nilüfer'i sararken mi Osmanlı'nın genişleme planları kafasında şekillendi?"
Emir Sultan'dan sonra Bursa'nın en büyük mânevî mimarı olan Üftade Hazretlerinin o uhrevi havası gönül verenleri mest etmeye yetiyordu zaten. Bursa sadece camii ve türbelerden ibaret değil elbette; Karagöz, Hacivat figürlerinin, Türkmen ve Yörük kıyafetlerinin, bir metreyi geçen bir ebatta Kur'an-ı Kerim'in sergilendiği Kültür sanat Vakfı. 12. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar maden, seramik ahşap, işleme, silah, el yazması kitaplar, İslami sikke, İslami kitabeler ve mezar taşları ile etnografik malzemelerin teşhir edildiği Türk İslâm Eserleri Müzesi, kültür merkezi. Daha bir çok kültür merkezi, hanlar, çeşmeler, köprüler, tarihi kalesiyle anlatması uzun süren bir kültür havzası Bursa.
Güzel bir tevavuk da yaşadık gezimizde. Yolculuğa çıkmadan önce arkadaşım Biray Özçimi ile telefon görüşmemizde, eşiyle birlikte bir sergi için İstanbul'dan Bursa'ya geleceklerini öğrendim. TYB başkanı Ahmet Köseoğlu'na bildirerek, bir Konyalı sanatçı olan ney ustası, ebru ustası Sadrettin Özçimi'nin tarihi Ördekli Kültür Merkezindeki sergisini ziyaret etmemizin güzel bir jest olacağını söyledim. Sağolsun uygun buldular ve o harika ebru sergisini gezerek arkadaşımızla görüştük. Akşam ise Seyyid Usul Kültür Merkezi'nde TYB Bursa Şubesi olarak faaliyetlerini sürdüren TYB'nin toplantı salonunda, İbrahim Dıvarcı, Ahmet Kuş ve Fevzi Şimşek'in hazırladığı, İbrahim Dıvarcı'nın sunduğu "Anadolu Selçuklu Eserleri"nin slâyt gösterisini izledik. Değerli Prof.Dr.İsmail Kara'nın yanısıra, çok sayıda tarihve edebiyatseverlerin de toplantıda bulunması ayrı bir anlam taşıyordu.
Gezinin ikinci günü, TYB Bursa Şubesi başkanı Fatih Bey'in doğduğu Misi Köyü'ne gittik. Köy Uludağın yamaçlarında, henüz insan elinin tarumarına uğramamış bakir bir köydü. Baharın taze yeşilliği ve çiçekleri arasında tınılar çıkararak akıp giden Nilüfer çayı'nın kenarında mis gibi havayı teneffüs ederek kahvelerimizi yudumladık.
İki gün boyunca, kuruluş ve büyüme yıllarında yaşanan savaşlar, utkular, sevinçler, başarılar, o yıllarda yaşanan şiirsel aşk ve cazibeler bütün tılsımlarıyla benliğinizi öylesine sarmıştı ki, yaşadığımız şimdiki ânı, geçmişte yaşanmış o anlara giderek yaşadık.
Konya ile Bursa arasındaki o ata-oğul münasebetini bütün samimiyetiyle hissettiğimiz, her şeye rağmen ilk kuruluş çağının mânevi çehresini hep saklayan, Evliya Çelebi'nin, A.Hamdi tanpınar'ın anlatımıyla taçlanan Bursa'ya selam olsun. Geziyi düzenleyen TYB Konya Şubesi başkanı Ahmet Köseoğlu'na, Gezi boyunca bizlere rehberlik ve ev sahipliği yapan Bursa Şubesi başkanı Mehmet Fatih Birgül'e ve katkısı olan herkese teşekkürlerimizi sunarız.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.