TYB Konya Şubesinde Edebiyatımızda Naat-Su Kasidesi Konuşuldu
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi tarafından düzenlenen haftalık programda Naat ve Su Kasidesi anlatıldı.
Doç. Dr. Şerife Akpınar’ın konuşmacı...
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi tarafından düzenlenen haftalık programda Naat ve Su Kasidesi anlatıldı.
Doç. Dr. Şerife Akpınar’ın konuşmacı olarak katıldığı toplantıya ilgi büyüktü. Kılıçarslan Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen toplantının sürpriz bir katılımcısı da vardı. Mevlana Değişim Programı çerçevesinde Necmettin Erbakan Üniversitesi’nin davetlisi olarak Konya’ya gelen Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Bölüm Öğretim Üyesi Doç. Dr. Lale Aliyeva açılış konuşmasını yaptı.
Aliyeva konuşmasında Naat yazımının tarihçesini anlatırken Peygamber Efendimizin hayatının anlatıldığı Siyer’den bahsederek Naatın temelinin bu şekilde atıldığını söyledi.
Fuzuli’nin Türk Edebiyat Tarihinde çok önemli bir yer tuttuğunu, babasının orta halli bir kişi olduğunu ve Süleyman ismini taşıdığını söyleyen Aliyeva, Azerbaycan doğumlu olan Fuzuli’nin çocuk yaşta babası Süleyman ile birlikte buradaki kargaşadan kaçarak Bağdat dolaylarına göç ederek Kerbela bölgesine yerleştiğini söyledi.
Fuzuli’nin Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazdığını ancak mahlas alırken “Öyle bir mahlas almalıyım ki ne benden önce ne de benden sonra aynı mahlası taşıyan kimse bulunmasın. Tek olmalıyım.” diye düşündüğünü ve Faziletli olan anlamında Fuzuli mahlasını aldığını söyledi. Aliyeva, Hazreti Hüseyin için şiirler yazarak Nazım hayatına başlayan Fuzuli’nin Peygamberimiz için yazdığı Su Kasidesi ile Naat’ın zirvesine çıktığını söyledi.
Doç. Dr. Lale Aliyeva’dan sonra kürsüye çıkan Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şerife Akpınar da Türk Edebiyatında Naat ve Su Kasidesi konusunu anlattı.
Akpınar konuşmasında “Türk edebiyatı nazım şekillerinden biri olan kasidelerin nazım türlerinden biri de “naat”’tir. Arapça; övmek, bir kişide bulunan özellikleri onu methederek tarif etmek anlamına gelir. Edebî terim olarak ise Hz. Muhammed’in övgüsünü yapan şiirlerdir.
Öyle ki, O’nun doğumundan 7 asır evvel ilk naatın yazıldığını biliyoruz. İslam’ın ilk yıllarında Hassan Bin Sabit ve Kaside-i Bürde’nin şairi Kaab Bin Züheyr önemli naat şairleridir. Bürde, Hz. Muhammed’in çizgili Yemen hırkasıdır ve onu şaire hediye eder.
İslâm âleminde naat hep var.
Türk edebiyatında naat ise ilk yazılı İslâmi eser Kutadgu Bilig’te yer alır. Ve Yusuf Has Hacip eserinin başında 15 beyitlik bir naat söyler.
Naatlarda âyet ve hadislerden iktibaslar yapılırken mucizeler, Hz Peygamber’in hayatı, ismi, sıfatları, ahlâki yönü dile getirilir. Çoğu zamanda sonunda ondan şefaat istenir.
Maksat ne naat yazmakta diye düşününce, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) anlatmak, O’na olan sevgilerini ortaya koyma çabası ilk dile gelen olacaktır elbette ancak asl olan O’nun şefaatinden nasipdâr olmaya çalışmak olsa gerek…
Naat söz konusu edilince ilk akla gelen, Türk edebiyatının ser-levhası olarak karşımıza çıkan eser, Su Kasidesi…
Fuzûlî’nin (1482-1556) âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamberin naatını “su” redifiyle yazması bilinçsiz olamaz elbette. Su; coşku, deniz, yağmur, gözyaşı… Aşk ve onun coşkusu da ancak su ile anlatılabilirdi Fuzuli için. Onun yani aşkın ateşini ancak su madden söndürür manen de dindirebilirdi.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamber ancak başka bir rahmetle anlatılabilirdi Fuzuli’ye göre…
Naata en çok yakışacak rediftir su
Su kasidesi Fuzuli’nin dünyaya bıraktığı en hayırlı sebildir.” dedi.
Daha sonra Su Kasidesinin açıklamasına geçen Akpınar zamanın kısıtlı olması sebebi ile bazı beyitleri açıklayacağım bazılarını ise sadece okuyup geçeceğim dedi.
İlk beyit ile açıklamasına başlayan Akpınar şunları söyledi.
“1. Saçma ey göz, eşkden gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü tutuşan odlare kılmaz çâre su
«Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma ki bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda etmez.»
5. Suya virsün bâğbân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün teg virse min gülzâra su
«Bahçıvan gül bahçesini sele versin, boşuna yorulmasın,, mahvetsin. Çünkü bin gül bahçesini sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz.»
7. Ârızın yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola
Zâyi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su
«Yanağını andığımda kirpiklerim ıslansa, ağlasam şaşılır mı? Çünkü gül elde etmek dileğiyle dikene su verilirse boşa gitmez.»
10. Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huşyâra su
«Ben sevgilinin dudağına susamışım, sofular ise kevser isterler. Tıpkı sarhoşa şarap içmek, ayık olana da su içmek hoş geleceği gibi.»
11. Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş reftâra su
«Su galiba o güzel, salınan servi boylu güzele âşık olmuş ki durmadan her an onun bulunduğu cennet gibi bahçede dolaşıyor.»
13. Dest-bûsı ârzûsuyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
«Dostlarım, eğer sevgilinin elini öpmeden bu arzuyla ölürsem, toprağımdan testi yapıp onunla sevgiliye su verin.»
14. Serv ser-keşlik kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su
«Servi, kumrunun yalvarışına aldırmıyor, dik başlılık ediyor. Eğer su, eteğine sarılır, ayağına kapanır ve yalvarırsa, belki onu bu dik başlılığından vazgeçirebilir.»
21. Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbetde zehr-i mâra su
«Onun dostu yılan zehri içse, içtiği zehir âb-ı hayat olur.
Düşmanı da su içse, içtiği su yılan zehrine döner.»
23. Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdür muttasıl
Başını daştan daşa urup gezer âvâre su
«Su, Peygamber’in ayağının toprağına erişeyim diye başını taştan taşa vurarak ömür boyu başıboş gezer.»
25. Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def’-i humâr içün içer meyhâre su
«Sarhoş(lar)içkiden sonra gelen baş ağrısını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkâr(lar) da (senin) na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilir(ler).»
31. Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden dökende dîde-i dîdâra su
32. Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşme-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
«Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut âşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (hasret gözyaşı)döktüğü zaman, (o) mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, (beni) mahrum bırakmayacağını ummaktayım.»
31 ve 32. Beyitleri açıkladıktan sonra Doç. Dr. Şerife Akpınar, Fuzuli’nin bu kasidesinin ahrette ona şefaatçi olması dileğinde bulundu.
Konuşma sonrasında TYB Konya Şubesi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Çaycı günün hatırasına Doç. Dr. Şerife Akpınar’a bir plaket takdim etti.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.