TYB Üyesi H.Yeşim Koçak'tan yeni bir eser daha
'Beni yaz' diyenleri yazdı Havva Hanım'ın Gamzesi isimli öykülerden oluşan kitabını okurlarıyla buluşturan Hüzeyme Yeşim Koçak, gözlemlediği, yaşadığı,...
'Beni yaz' diyenleri yazdı
Havva Hanım'ın Gamzesi isimli öykülerden oluşan kitabını okurlarıyla buluşturan Hüzeyme Yeşim Koçak, gözlemlediği, yaşadığı, etkilendiği ve 'beni yaz' diyen konuları ele aldığını söylüyor
HAVVA HANIM'IN GAMZESİ
Hüzeyme Yeşim Koçak, öykülerden oluşan "Havva Hanım'ın Gamzesi" isimli kitabını okurlarıyla buluşturdu. Daha önce Saklı Değerler (2003), Muhabbet Buyursun Gelsin (2005), Bekleyen (2006) adlı öykü, Çoban Aşkın Çocuğuydu (2006) adlı roman, Bırakın Güzel Konuşsun (2004), Bana Gönülden Çalıp Söyle (2006), Ey Ruh(um) Geldinse Masaya Vur (2007) adlı deneme kitapları çıkan Hüzeyme Yeşim Koçak ile yeni kitabı üzerine söyleştik.
Hüzeyme Yeşim Koçak, kitapta yer alan öykülerin gözlemlediği, yaşadığı, etkilendiği ve "beni yaz" diyen konulardan oluştuğunu söylüyor. Koçak, "Bir de gönül var, sizi devran hakkında uyarıyor, içleniyorsunuz; zihninizin ve kalbinizin çizdiği bir rotada, muhabbet potasında aktarıyorsunuz" diyor.
Hüzeyme Yeşim Koçak, yazarlığı "değerler eşliğinde" bir değiş(tir)me olarak görüyor ve ekliyor: "Yazarsanız; size mesleğinizin getirdiği bir takım özellikler ve pek tabiîdir ki sizi meslektaşlarınızdan ayıran hususiyetler olmalı.
Yolunuzu belirleyen, yerinizi tayin eden bir "öz" seçilmeli görülmeli. Böyle bir "özgünlüğü" yakalamaya çalışıyorum.
Yazar taklitçilikten uzak, hiçbir iktidarın bendesi olmayan hür ruhlu, kendine has bir dile sahip sanatkâr demek. Bu dilin alfabesiyle inşa edip, yazabildiğinizde belki hakikî yazarlığa doğru adım atıyorsunuz."
Havva Hanım'ın Gamzesi yeni kitabınız, başlıktan hareketle kitabınızı genel hatlarıyla tanıyabilir miyiz?
Havva Hanım'ın Gamzesi, Havva anamızı hatırlatan bir başlangıç. İşveli bir gülüşle yeryüzüne düşmemizin hikâyesi. Hayatımızın ana hikâyesi...
Bizi kuşatan "gam çukuru" dünyada, bazen içine düştüğümüz bir tuzak. Bazen aşka bağlı, yüzde gamzeler açtıran, saflığı çağrıştıran bir gülüş.
Aydınlık bir bakış. Arınmaya, aşk ve ötesine dair.
Bir gülümsemenin eşliğinde komik, serazat öyküler...
Yüreklere bir nebze huzur, neşe serpmeye çalışan bir kalemin yazdığı, serin sıcak örnekler...
Aynı zamanda eleştirel ironik bir bakış... Direnişçi, dik ve muhalif bir Havva'nın öne çıkışı.
Havva Hanım'ın Gamzesi'nde ana giriş "aşk"...Aşktan çıkmaksa zor.
İçerisinde dinî diye tanımlayabileceğimiz, yeni bir yorumla sunulmuş üç tane Kâbe öyküsünden, siyasî tat taşıyanlarına kadar çeşniler renkler var.
Yani hayatın her anından öyküler söz konusu.
Evet; çünkü keşfedilmeyi derinleşmeyi hak eden hayatımız çok zengin ve aslında fevkalâde çekici.
Peki, kaç tane öykü var kitapta?
Kitap, 28 tane değişik konuları işleyen öyküden meydana geliyor. Sosyal yaralara dokunan; manevî bir atmosferde geçen; edebiyat ve yazarlık meselelerine, kadın sorunlarına, varoluş problemlerine değinen çeşitlemeler... Genelde Anadolu insanının sesi, yaşam kesitleri diyebilirim.
Sosyal yaralara temas ediyorum diyorsunuz. Kitabınızda hangi sosyal yaralara yer veriyorsunuz ve bunları nasıl ele alıyorsunuz?
Birkaç misal verebilirim. Sözgelimi 'Rehber' öyküsü.... Rehber, misyonerliğin tenkidi ve mühim bir açmazımız olan aydın gafletine, sönük uyurgezer yığınlara işaret ediyor. Turistik rehberlerden, "dalâletimizin rehberlerine" kadar giden, hüzünle örülmüş bir öykü.
'Bir aşk mektubu'... Burada, azat kabul etmez batı hayranlığını, körü körüne AB ye girme sevdasını hicvetmeye çalışıyorum. Yanlı(ş) bir aşk (!) hâli; güldüren(!) bir inat.
Tabi burada bir ironide var.
Elbette var. Okur öyküye bakınca, tanıdık, paralellik kuracağı, çok yüzlü "çok yönlü" bir karakterle karşılaşacak.
Devam edersem...'Nejat Beyin Sineği'... Çağdaş geçinen, maddeci, sırf dünyevî bir tipin irdelenmesi, iğnelenmesi.
'Hırsızlık'; genç nesillerdeki gerilemeyi, ahlakî yozluğu yeren bir öykü.
'Fotoğraf'; hastalara yapılan muamele, onların toplum dışına itilmişliği ve yalnızlık duygusunu işliyor. Bazılarımızın bir fotoğraf, kâğıt parçası kadar bile kıymeti yok.
'Seçim' öykümde ise; üste bir yer edinmeye çalışan, mevki savaşları yapan insanların hayatlarından küçük gösterimler yer alıyor.
Hayat sonuçta seçim içinde seçim; ki tercihlerimiz bazen dramatik noktalara getiriyor.
'Onu Beklerken', gerçeklik taşıyan, hayatımdan bir öykü. Yazarın kahramanlarıyla münasebetini; sıkıntılı, gerilimli bir bekleme, kitap çıkarma sürecini dile getiren. Sonuçta iki kitap birden yayınlanmıştı.. Her yazarın, hatta herkesin bildiği "beklemek" duygusu...
Genelde tek bir tema, mevzu etrafında değil açılımlı öyküler yazıyorum. Meselâ aşk derken, konu bütünlüğünü bozmadan, aşksızlığı da ele veren, bir dünya görüşünü çekiştiren; ruh okşayışlı, muzip, hareketli kalem oynayışlarını okura iletiyorum.Arada kalp ritimlerini(!) de veriyorum.
Öykülerinizi yazarken nelere dikkat edersiniz. Nasıl bir süreçten sonra ortaya çıkıyor öyküler?
Gördüğüm, yaşadığım, etkilendiğim ve "beni yaz" diyen konulardan teşekkül ediyor öyküler.
Meselelerimizin farkındayım. Bunların artışı ve içsel baskısı, sizi düşünmeye, yoğunlaşıp yazmaya, paylaşmaya götürüyor.
Bir de gönül var, yazma konusunda da seçiminizi etkileyen direten seyyal.
Hayatı gözlemlemek zorunda bir yazar. Mutlaka başka yaşantılardan, yol seçişleri ve geçişlerden esinlendikleriniz, zaman mekân ve insandan yakalayıp tutabildikleriniz bulunuyor.
Beni yaz diyen konuları normal bir bakış açısıyla mı yoksa farklı gözle mi ele alıyorsunuz?.
Farklı bir gözle ele alıyor ya da ben özgün bakışımı ortaya koyduğumu zannediyorum. Sıradan, sathî, emeksiz bir üslupla yazılmış yazılardan, fazla düz anlatımlardan hoşlanmıyorum.
Yazarlık zaten dönüştürme ve ince işçilik demek diye düşünüyorum. Yani kaleminizin ayrıcalığını, sanatınızı nasıl ifade edecek, kendinizi tanıtacaksınız.
Yazıda da bir üst perde bulunmalı, alelâdelikten harcıâlemden kaçınmalı.
Yazarın değiştirme, dönüştürme sürecini kendi kitaplarınıza baktığınızda nasıl konumlandırıyorsunuz. İlk kitabınızla şimdi çıkardığınız kitabınızda dönüştürme sürecini nasıl görüyorsunuz?
İlk kitapta daha masumane, neyi, nasıl yaptığınızı bilemeden, biraz da gelişigüzel akıntıya göre dökülme söz konusu.
Zaman ilerledikçe yazı hayatının ve yaşantınızın size yerleştirdiği, ilâve ettiği veya ortaya çıkardığı bazı özellikler oluyor ve hem kendi hem de "mürekkebinizin şahsiyetine" yansıyor.
Meselâ temkinli oluyorsunuz. Meziyetlerinizi, kabiliyeti yerinde kullanmayı öğreniyorsunuz.
Mümkün mertebe yazı yazacağınız konuya soğukkanlı ve tarafsız yaklaşmaya çalışarak, istifadeyi teksif etmeyi bilerek; istikametinizi belirleyerek, heyecanınızı hiç yitirmeden ama aşırı telâşa düşmeden yazma eylemini yapıyorsunuz. Ancak ilk başlarda bu tecrübe söz konusu değildi. Yazar kişiliği, fikriyatınız ve güzergâhınız kâfi derecede açık net değildi. Olgunluktan uzaktınız.
Hâlâ her cihetten çiğsiniz; ama belli bir erginliği de inkâr etmemek, yabana atmamak lâzım.
Ama daha masumane yazmanın ayrı bir yeri yok mu?
Ayrı bir yeri var, ancak doğal mecrada bir ilerleyiş, merhale de var. Hayatın verileri ve getirileri, sizde her halükârda bir yapı(lanma)ya dönüşüyor.
"Değerlerinizi elden bırakmadan" düşünceniz ve siz değişiyorsunuz. Yeni bilgiler bulgular, kazanımlar ediniyorsunuz. Ufkunuz genişliyor. Ruhunuz hapsedildiği duvarlardan bir pencere açıyor; labirentin sonu görünüyor. Farklı bir kadın yazar karşımızda duracak o zaman.
Fakat her şeyi de kuru çerçeveci mantıkla, matematik ölçü ve dar bir tasarımla süzgeçten geçirerek yazdığım sanılmasın.
İç rüzgârın kuvveti, hızı; kaleminizin sınırlarını da çiziyor yahut dalgalandırıp aş(tır)ıyor.
İlk öykülerinize baktığınızda ne hissediyorsunuz, 'böyle de yazmış mıyım' dediğiniz oluyor mu?
Duygulanıyorum, silik satırlarda seneler öncesinin çocuğunu, genç kızını; soluk sayfalarda geçmişin kayıp simalarını, eski zaman defterlerini ve geleceği arayıp buluyorum. Esasen mazinin nutuk ve dedikodularına da arasıra kulak vermek; geriye dönüşlerle, durmak gezinmek gerek.
Yazmaya uzunca süre ara verdiğim için ilk çalışmam 2003'te kitaplaşmıştı. Yakın bir tarih sayılır.
İlk öykülerimin hepsini kabul ediyor, öcü değil "öncü" nazarıyla bakıyor, sevi(ni)yorum.
Benim için o hikâyeler de bir lütuftur, iyi yerlere gelmiştir. Kimileri ödül aldı, kimileri yurt içi-dışı öykü seçkisine girdi, aldıkları umumî beğeniyle güzel bir başlangıç sıçrayış teşkil etti.
Neticede bazılarından için "20'lik bir Hüzeyme'nin samimî, çiçeği burnunda yazıları' diyebiliyor; eksi(klik)lerde fazla oyalanmayıp, hoşgörümü kendimden esirgemiyor, tamamlanmaya bakıyorum. Zaten bu şekilde yol alabiliyorsunuz. Aksi takdirde engellenir, "edebî güçten" düşersiniz.
İsterseniz, biraz da bir önceki kitabınız Ey Ruh(um) Geldinse Masaya Vur kitabından bahsedelim.
Dünyanın ve benliğin saldırısı karşısındayız. Korunamıyoruz.
Bizi ayağa kaldıracak, geleceğe taşıyacak ilkelerimiz; büyüklük, sonsuzluk hayallerimiz yok.
Hakikî kimliğimiz ve kimliğimizin hakikati belirsiz.
Hayatımızın şiirini yitirdik.
İnsâniyetimizi hissetmiyoruz. Çünkü sayılardan ibaretiz.
Korkuyoruz. Yüreğimiz dışarıdan daha kalabalık. Çokluklar "özü" öldürüyor.
Tutsağız. Sadece gevezelenme özgürlüğümüz var.
Hayatımızın anlamı görünmüyor. Ve mânâlı eylemlerimiz bulunmuyor.
Mutluluğun, inancın resmini çizemiyoruz.
Semavat, Manevîyat kaçkınıyız; Rab'be kaçamıyoruz.
Çünkü..çünkü biz ruhumuzu kaybettik.
"Ey ruh(um) geldinse masaya vur" kitabı, kayıp değerlerimizle beraber, bu yitiğimize işaret ediyor.
Ama bir Muhabbet Kapısı'nın eşiğini, bir Güzellik Sofrası'nın zenginliğini, sevgi refakatinde bir dille hissettirmeyi aktarmayı da ihmal etmiyor.
Merhaba-Ali ÖZCAN
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.