Mustafa GÜDEN

Mustafa GÜDEN

Yeryüzü Cenneti Kıbrıs-2

A+A-

Müzede bir silah var ki; Kıbrıslı Türklerin vatanlarını hangi imkânsızlıklara rağmen savunduklarının ibretlik bir numunesidir. Küresel teröristler Rumları silahlandırırken, Türkler sapan taşına muhtaç ediliyordu ve mücahitler, çeşme borusundan yaptıkları uyduruk silahlarla direnmişti

 

Yeryüzü Cenneti Kıbrıs-2

Müze olarak düzenlenen Lefkoşa Mevlevîhanesi ise bakım ve onarım nedeniyle kapalıydı. Ertesi günkü panelde burayla ilgili bilgiler verecek olan Prof. Dr. Nuri Şimşekler, binanın önünde tarihi yâd etmeden geçemedi. Semâhaneden başka, on altı Mevlevî şeyhinin türbelerinin burada bulunması esere ayrı bir anlam kazandırıyor.

1-240

FOTO ALTI: Bayram'dan

Az ötede Ülkü Ocakları binası dikkatimizi çekiyor. Bir demli çay ne de güzel olurdu bu yorgunluğun üzerine. İlgiyle buyur ediyorlar içeri ve tek tek tanışıyoruz. Sonra faaliyetlerinden bahsediyorlar özenle. Çaylar servis edilirken karşı yakadaki Halkı Sesi Gazetesi ve Dr. Fazıl Küçük tabelası takılıyor gözlere. Burası muayenehanesiymiş merhumun. Haftada bir gün ücretsiz bakarmış garip gurebaya. Levhadaki, “İsviçre’den mezun” yazısının sırrını anlatıyorlar. 1878’de Ada’ya konuşlanan İngiliz Sömürge Güçleri başka diplomaları hükümsüz sayarmış da Fazıl Bey, “Ben sizden eğitim almadım, ama İsviçre’de eğitim aldım” demek için asmış yazıyı kapısına; bir direnişi diri tutmak, bir de motivasyonu zirveye taşımak gayesiyle. Fakat bu tür kısa zamanlı seyahatlerde her mekânı ziyaret etmek kabil olmuyor işte; kimi bakımda, kimi tatilde oluyor.

2-207

FOTO ALTI: Lefkoşa'da açılan Türk Savunma Sanayi Sergisinde Doç. Dr. Ahmet AKman ile

Sarayönü olarak bilinen Atatürk Meydanında Salamis Harabeleri’nden getirilerek dikilmiş altı metre yüksekliğinde Venedik Sütunu bulunuyor, civarı cıvıl cıvıl.

3-190

FOTO ALTI: Yeşil Hatton sıfır noktasında Türk ve KKTC Bayrakları

Sonra uluslararası literatüre Yeşil Hat adıyla giren ve Lefkoşa’yı Güney-Kuzey olarak ikiye bölen sınır boyuna gidiyoruz. İlkin sakin bir parka varıyoruz; buranın altı sığınak olarak inşa edilmiş ve havalandırma menfezlerini görüyoruz. Tel örgüye vardığımızda sanki iklim değişiyor… Karşımızda suratları buz kesmiş Rum askerleri… Başlarını siperin arkasına çekerek, “Bakmak yasak” diye bağırıyor. Nasıl bir korku oturduysa yüreklerine, göz göze gelmeye bile tahammülleri yok. Aslında fotoğraf çekmek de yasakmış ama Türk cesareti işte, alıyoruz birkaç kare fotoğraf.

Ekran Görüntüsü 2024 08 02 172754

FOTO ALTI: TYB Kültür Kervanı Heyeti Yeşil Hat önünde

Oradan tarafsız bölgenin kıyısına iniyoruz. Vadiyi andıran boşluğa Türk devleti şirin bir futbol sahası inşa etmiş, ama Birleşmiş Milletler kullanımına izin vermiyormuş. Öte yakada Birleşmiş Milletlerin Barış Gücü Tesisleri görünüyor, oradan da soğuk bir rüzgâr esiyor sanki.

5-128

FOTO ALTI: Lefkoşa Mevlevihanesi

Ve hareketli bir çarşının ucundaki “kara deliğe” geliyoruz. Kapının öte yanındaki dar sokakta oturan soğuk yüzlü adamlar bakıyor etrafa kuşkulu gözlerle… Rum tarafından gelenin kolaylıkla Kuzey Kıbrıs’a girebildiği bu kapıdan, ancak Rum tarafından gelmiş olabilenler Rum bölgesine giriş yapabiliyormuş. Üstelik giriş çıkış kontrolünü de Barış Gücü yapıyormuş. Burada da kapıdan içeriyi görüntülemeye kısıtlama koymuşlar.

6-140

FOTO ALTI: Lefkoşa'nın orta yerindeki Girne Kapısı meydanı

Kumarcılar Hanı, Zeki Hoca’nın ifadesine göre aslında Tımarcılar Hanı imiş ama söylem evrimi yaşamış. Taş bina, fevkalade bir Osmanlı eseri… Vaktiyle Buğday Pazarı olan Han, günümüzde hediyelik eşyacılara mekân olmuş.

5615616

FOTO ALTI: Yavuz Plajı Gemi Müze

Şehre Lüzinyanlar, Venedikliler ve Osmanlılar tarafından mühür hükmünde eserler kazandırılmış. Büyük Han ve Arasta Çarşısı denilen Bedesten bunlardandır.  Belediye Pazarı da tarihî bir mekân ve tekstilden gıdaya pek çok ürün sunuluyor.

8-109

FOTO ALTI: Mücahitlerin borudan mamul silahları

Lefkoşa’nın orta yerinde Girne Kapısı denilen bir meydan var. Eski Lefkoşa’yı çevreleyip şehrin kuzeyden girişi olan, bin yıllık geçmişe sahip Venedik surlarının üç kapısından birisiymiş burası. Osmanlılar fethedince, 1821’de restore ederken Girne Kapısına bir odalı kubbe inşa etmişler ve günümüzde Turizm Enformasyon Ofisi olarak hizmet veriyor.

Hani orijini barbarlık olan Batılılar, biz Türkler için “Barbar” derler ya(!) İşte Rumların kanlı Noel Baskını’nda, banyoya saklanan çocuklarını katlettiği Binbaşı Nihat İlhan’ın evi de Batılıların barbarlık tarihine not düşülmek üzere “Barbarlık Müzesi” olarak düzenlenmiş ve vahşetin izlerini sergiliyor.

9-87

FOTO ALTI: Tarafız bölgeye Türkiye'nin yaptığı futbol sahası, arka plandaki BM Barış Gücü müsaade etmediği için kullanılamıyor

Ayasofya Katedrali de denilen Selimiye Camiî, Ada’nın en görkemli ibadet yeri olmalı… Üzerinde Lüzinyan armaları olan, 14. yüzyılda Fransız gotik üslubunda inşa edilmiş St. Catherine Katedrali ise Osmanlı’dan itibaren Haydarpaşa ve Ağalar Camiî olarak anılmış.

10-85

FOTO ALTI: Rum zulmünün şahidi Muzaffer Akünlü

Doç. Dr. Mustafa Durdu’nun alışveriş sırasında kafileden ayrılıp bizden uzak düşmesi akşam önüydü. Beynimize işleyen güneş yorgunluğumuzu da tetiklemişti. En iyisi otele dönüp dinlenmek ve 50. Yıl Resepsiyonu için hazırlanmaktı.

Pazar sabahı kahvaltının ardından, Saffet Yurtsever, Atilla Yaramış, Zafer Karakuş ve Bahri Köseoğlu ile ön hazırlıkları yapmak üzere Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi’nin yolunu tutuyoruz. Bugün KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı da ağırlayacağız. Biz donanımları tamamlarken bir genç geliyor yanımıza ve “Rektörümüz geldi” diye bilgi veriyor. Hay Allah; hazırlık ekibinden başka kimse yok oysa. Fakat Prof. Dr. Enver Arpa son derece mütevazı bir insan, biz hazırlıklara devam ederken eşlik edip yanımızda izliyor.

11-77

Panel devam ederken Cumhurbaşkanı Ersin Tatar giriyor salona; selamlaştığı herkese Kıbrıs aksanıyla mukabele ederek. Sevecenlik ve babacanlık saçıyor etrafına. Üstelik de heybetli; Türkiye’den verilen büyük destek gücüne güç katmış besbelli. “Buraya TCG Anadolu gemimizden geliyorum” diyor gururla ve Mavi Vatan’ın görkemli bekçisini anlatıyor iftiharla. Söz 1974 öncesine geldiğinde de çektikleri çileler, acılar yansıyor suretine ve Dr. Fazıl Küçük’ten, Rauf Raif Denktaş’tan başlayıp Türk Mukavemet Teşkilatı’nın, mücahitlerin destansı mücadelelerinin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahalesiyle nasıl zafere evrildiğini anlatıyor. Ve sözün bir yerinde dün ile bugünü birbirine ilintileyen tespiti yapıyor; “O gün Türk askeri gelmeseydi, Kıbrıs Gazze olacaktı!...” diyor.

Sonra hem Türkiye hem de KKTC’deki orta kuşak altı neslin, 1974 harekâtı öncesinde Ada’daki şartları daha iyi öğrenip anlayabilmesi için Türkiye Yazarlar Birliğinin düzenlediği faaliyeti methedip, “Karşılıklı olarak bu programları daha çok yapmalıyız ki; unutulmasın, öğrenilsin…” diyerek önemli bir yol haritası öneriyor Cumhurbaşkanı.

12-69

FOTO ALTI: Girne Baldöken Mezarlığı

Program sonunda kendisini uğurlarken, Cumhurbaşkanı giriş kapısının iki yanına astığımız “Konya’dan Kıbrıs’a Kültür Kervanı” temalı afişlere dikkat kesiliyor ve “Çok güzel olmuş, bir fotoğraf da burada çektirelim” diyor.

 Konya’da belirleyip yol boyu uyguladığımız etkinlikler tamamlandığına göre Girne’ye geçip turistik geziye devam edebilirdik. Yavuz Çıkarma Plajı’nda 1974 Barış Harekâtı kahramanlarına ithâfen hazırlanan Anıt Gemi, elli yıl öncesinin imkân ve ruhunu yansıtıyor günümüze. Denizde ışıldayarak kol gezen Türk donanmasının göz bebekleri güverteden ne de ihtişamlı görünüyor.

13-64

FOTO ALTI: Dr. Fazıl Küçük Müzesi

Sonra az ötedeki Anıt Helikoptere geçiyoruz. Prof. Dr. Enver Arpa ve Dr. Zeki Akçam burada, hava harekâtına dair menkıbeler üzerine ayrıntılı bilgiler veriyor. Akçam, yakıt deposundan yaralanan helikopterin, yara alan bölgeye giren kuş sayesinde yakıt kaybetmeden görevini tamamlayıp hem de Konya’ya indiğini Cihat Yaycı’dan dinlediğini anlatırken, Mehmetçiklere gönderilen ilâhî yardımlara da atıf yapmış oluyordu.

Sırada Karaoğlanoğlu Şehitliği ve Parkı vardı. Bir yanda savaşta vurulup ölen zırhlı araçlar, diğer yanda denizin öte yakasındaki Ana Vatan’dan gelen ve karaya ayak basar basmaz uğradıkları top saldırısında şehit düşen askerlerimizin mezarları… Gayet intizamlı. Fatihalar okuyarak yaklaşırken emaneti bulmuş olmanın heyecanı doluyor yüreğime… İşte Konya Meram Dereli Adem Erim orada, şu taşın altında yatıyordu.

14-59

FOTO ALTI: Yavuz Çıkarma Gemisinde Harekat masası

Karaoğlanoğlu dedim de… Aslen Osmaniyeli olan Albay Halil İbrahim Karaoğlanoğlu 1974 Harekâtı’nda şehit olduktan sonra onun adı ilk olarak Konya’nın Kumköprü semtinde yapılan bir ilkokula verilmişti, hâlen hizmettedir. Kıbrıs efsanelerine konu olan Baldöken Mezarlığı’nın öyküsü ilginç olduğu kadar hazindir. Osmanlı şehitlerinin defnedildiği mezarlık, Rum istilası sırasında tahribata uğramışsa da bir kısım kesme taştan yapılma mezar günümüze gelebilmiş. Yorgun yılgın Arnavut kaldırımlarından geçerek Osmanlı’nın Kıbrıs Valisi Cafer Ağa’nın adını taşıyan taş camiye varıyoruz. Gözümüzün temas ettiği her yer tarih kokuyor. Lüzinyanlılardan kalma bir deponun camiye dönüştürüldüğü söylense de işin erbabı olanlar yapıda Osmanlı mimarîsinin izlerini görüyor. Namazı eda eden arkadaşlar gölgede soluklanırken tarihî sokağı fotoğraflamak üzere yokuşu tırmanıp yol ağzına vardığımda az ötede sıcaktan bîtap düşmüş bir köpek dikkatimi çekiyor ve içimde bir acıma duygusu peyda oluyor. Yattığı taşlıkta, aşınmakla oluşan su tutacak kadar bir oyuk vardı, dökersem suyu oradan zahmetsizce içebilirdi. Elimdeki şişenin kapağını açarak çömeldim ve suyu boca ettim. Resim çekmek üzere ayrıldığım sırada köpeğin yalayarak suyu tükettiğini görünce takviye etmek üzere tekrar eğildiğimde ummadığım bir refleksle karşılaştım. Havlayarak kalkan köpek üzerime geliyordu, kendimi korumam lâzımdı. Geri adımlarla uzaklaşırken, çekiliyor olmanın yetmeyeceğini anladım. Bu sırada savurduğum sağ ayağımdan bileğimi kavramış. Sol dizime yönelip dişlerini pantolonuma geçirince asılmanın etkisiyle dengemi kaybedip düştüm. Sırt üstü bisiklet sürer gibi, tekmeler savurarak gelmemesi için verdiğim uğraş işe yaradı.

15-42

FOTO ALTI: Rum gaddarlığının simgesi o fotoğraf... Banyoda katledilen kardeşler. Binbaşı Nihat İlhan'ın Müze olan evi tarihi bugüne yansıtıyor.

Dirseğim ve kalçam acıyordu, ama bileğimdeki ısırığın farkında değildim. Sahil kıyısından, ziyarete kapalı olan Girne kalesine giderken araca dönüp berelenen yerlerime çantamdaki kremi uygulamaya karar verip ayrıldım. Arka koltukta ayaklarımı uzattığımda bileğimdeki yaranın farkına vardım, ısırılmıştım.Birkaç dakika sonra kafile aracın yanında toplanınca biz, TYB Başkanı Ahmet Köseoğlu ve Koordinatör arkadaşımız Zafer Karakuş ile Girne Hastanesi’nin yolunu tuttuk. Triajdaki doktor Hanımefendi beni görmeden, Köseoğlu’nun telaşına bakarak, “Acil Servis girişi diğer tarafta” diyerek yönlendirdi. Biz geri dönüyorduk ki Zafer Hoca, “Köpek ısırdığı için geldik!...” deyince, geri çağırdı. Fakat köpek ısırması onun için vaka-i adiyedendi; “Ben de kalp krizi geçiriyor zannettim, köpek ısırması normal bir olay” dediğinde biz kuduz aşısının derdindeydik. Meğer Kıbrıs’ın son elli yılında hiç kuduz vakasına rastlanmadığından ülkede sadece tetanos aşısı yapılıyormuş. Vakanın görülmemiş olması, şükretmemiz için yeterliydi. Kuduz aşısını  Konya’da da yaptırabilirdik. Sınırlı bir zaman dilimde gittiğimiz KKTC’nin Magosa ve Kapalı Maraş gibi bölgelerini görmemiş olmanın eksikliği ile bizi Anamur Limanı’na götürecek olan deniz otobüsüne binerken saldırgan köpek sayesinde KTTC sağlık sistemine de kaydolmuş olarak dönüyordum. Peşparmak dağları yine akşam ışıltısıyla parlıyordu. Akdeniz’in sıcak sularında demirlemiş yüzde yüz yerli ve millî Türk Muharip gemilerimizin arasından geçerken, Ana vatan, Yavru Vatan ve Mavi Vatan üçlemesinin ne kadar elzem olduğu gerçeği kendini haykırıyordu.

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.