Yüreğim hakkında ne söyleyebilirim ki?

Yüreğim hakkında ne söyleyebilirim ki?

Güney Amerika'nın 1945 yılında Nobel Edebiyat ödülü kazanan ilk kadın şairi, Şili'nin manevi önderlerinden Gabriela Mistral, henüz 1914'te Les Sonetos...

A+A-

Güney Amerika'nın 1945 yılında Nobel Edebiyat ödülü kazanan ilk kadın şairi, Şili'nin manevi önderlerinden Gabriela Mistral, henüz 1914'te Les Sonetos de la Muerte'nin (Ölüm Soneleri) yayımlanması ve kitabın Santiago'da saygın bir edebiyat ödülü kazanmasıyla birlikte, Şilili yeniyetme genç şairlerin kapısını aşındırdığı bir 'edebiyat hidayeti dağıtıcısı' haline gelmiştir.
Bu genç şairlerden hemen hepsi müdireliğini yaptığı okulun öğrencileri oldukları için Mistral, onları anaç bir tavırla karşılar; yazdıklarına bir göz atar ve onları dinlerdi. Bir gün, şairle görüşmek için yine bu gençlerden biri kapısını çalar. Gelen konuğu Mistral'in sekreteri karşılar, müdire hanımın başı ağrımaktadır ve kimseyi kabul edemeyecektir; isterse, daha sonra göz atması için yanında getirdiği şiirlerini bırakabilir. Birkaç saat sonra genç çocuk tekrar gelir. Bu sefer karşısında bir şiir olarak kişileştirdiği kadını görür, onu yerlere kadar eğilerek selamlar. Mistral ise sevecen ve her zamanki anaç tavrıyla: "Sizi karşılamak için giyindim. Hastaydım. Şiirlerinizi okumaya koyuldum ve bu beni iyileştirdi, çünkü emin olun, siz gerçek bir şairsiniz." der ve hemen ekler: "Şimdiye kadar böyle bir şeyi hiç kimseye söylemedim." Bu yeniyetme şair yıllar sonra ustası Mistral gibi Şili'nin simge isimlerinden biri olacak Ricardo Eliecer Neftali Reyes Basoalto yani bilinen ismiyle Pablo Neruda'dır.

Türkçedeki en kapsamlı Neruda biyografisi

Türk okurlarının yıllardır aşina olduğu bir isim olan Neruda ile ilgili dilimizdeki en kapsamlı biyografi geçtiğimiz günlerde Doruk Yayımcılık tarafından, "Zamanın Tanıkları" serisinin yedinci kitabı olarak okurla buluştu: Senin Zamanın Pablo Neruda. Kitabın yazarı, aynı zamanda şairin yakın dostu olan Volodia Teitelboim, klasik biyografi türünün dışına çıkarak daha derinlikli bir bakış ve sezgi yüklü anlatımıyla şairin yaşamsal çizgisiyle bütünlenmiş yapıtının dehlizlerinde dolaşmayı başarıyor.

Kişi ve yapıt adları dizinleri ve fotoğraflarla zenginleştirilmiş bu kapsamlı kitap, benim gibi Cortázar çokseverler için güzel bir sürprizle, şairin ölümünden sonra yazılmış, Arjantinli yazarın onunla geçirdiği kısa süreli ama içten dostluğu anlattığı "Neruda Aramızda" başlıklı bir giriş metniyle açılıyor.

Ardından gelen "Yağmurdan Savaşa" isimli bölümde, şairin yıllar sonra, doğduğu topraklara, Parral'a geri dönüşü ve ailesiyle ilgili anılarını, özellikle de hiç tanımadığı ve hiçbir anısının olmadığı annesinin -eski bir fotoğraftan ibaret- ruhunu ziyareti anlatılıyor. Neruda'nın, doğumdan kısa bir zaman sonra veremden ölen annesi Rosa Neftali Reyes Basoalto bir ilkokul öğretmenidir; şair, okumaya karşı ilgisini, bir tür düşünce inceliğini ondan miras almıştır belki. Babası Jose del Carmen Reyes Morales ise bir demiryolu görevlisiydi ve en büyük korkusu oğlunun bir şair olarak anılmasıydı. Teitelboim bu korkuyu şöyle anlatıyor: "Babası şiire karşı güvensizdi. Şair bir oğlu olacağı düşüncesine hiç boyun eğmedi. Üzgün olsalar bile bohemleri, söz cambazlarını hiç sevmiyordu. Onun doktor, dişçi, mühendis, avukat ya da öğretmen olmasını istiyordu; şair olmasını asla. Bu bir meslek değildi. Makinist bir arkadaşının kendisini birine, hafif bir gülümsemeyle bir şairin babası olarak tanıştırdığını kafasında canlandırıyordu. Bu, utançtan ölünecek bir durumdu. Şiir yazmak gibi pis bir kötülüğe bulaştığı için çocuğu defalarca azarlamış, katı bir biçimde cezalandırmıştır. İşte daha sonra aldığı Pablo Neruda takma adı bundan dolayıdır. Özellikle babasını bir şair oğula sahip olma onursuzluğundan kurtarmak içindir." Sonunda, 1920 yılında "El amor perdido" isimli şiirini sevdiği bir Çek yazarının Jan Neruda'nın soyadını kendi adına ekleyerek Pablo Neruda imzasıyla yayımlar. Ertesi yıl Santiago kentine, Maruri sokağındaki bir öğrenci yurduna yerleşir. O günler açlıklarla geçen günlerdir ama ara vermeden şiirler yazmayı sürdürür.

1927'de diplomatlık kariyerini seçen Neruda, altı yıl boyunca Güneydoğu Asya'da konsolosluk yapar. Bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden ömrünün "en acı veren dönemi" olarak nitelendirdiği bu zaman içinde Residencia En La Tierra (Yeryüzünde Konaklama) adlı yapıtını tamamlar. Neruda'nın şiirindeki asıl kırılma noktası ise, İkinci Dünya Savaşı'ndaki karışıklığın önsözü niteliğindeki İspanya iç savaşının başlarında, şair Lorca'nın korkunç bir şekilde öldürülmesi olmuştur. Haberi, gazete satıcılarının "Federico Garcia Lorca, Granada'da kurşuna dizildi!" diye bağırışlarından öğrenir. Bu olay, Neruda'nın dünyaya bakış açısını ve şiirini kökten değiştirir; "bir bomba, Viznar'daki küçük ağaçlıkta kurban edilmiş şairin kanından bir damla düşer şiirine." Evine dönüp, kısa bir sürede "Explico algunas cosas"ın (Bazı Şeyleri Açıklıyorum) olağanüstü dizelerini yazar: "Çiçek Evi'ydi, çünkü her yandan/ sardunyalar fışkırırdı:/ güzel bir evdi/ köpekler ve çocuklarla./ Raul anımsıyor musun?/ Anımsıyor musun, Rafael?/ Federico, anımsıyor musun/ yerin altında,/ anımsıyor musun ağzını çiçekle dolduran/ haziran ışıklı balkonlarını?/ Kardeşim, kardeşim!/... / Soracaksınız: Neden onun şiiri/ bize düşten, yapraktan söz etmez,/ memleketinin büyük volkanlarından?/ Gelip görün sokaklarda kanı,/ gelip görün/ sokaklarda kanı,/ gelip görün sokaklarda/ kanı." Ardından gelen "Canto a las madres de los milicianos muertos" (Ölü Milislerin Annelerine Şarkı) isimli angaje şiir bir yıldırım etkisi uyandırır. Bir aydan kısa bir süre içerisinde, çevresinde oluşan tarihin dikte ettirdiğini elleriyle yazıyormuşçasına boşalım oluşturan bir kitap yazar. Espana En El Corazon (Yürekteki İspanya) böyle doğmuştur. Louis Aragon'a göre bu yapıt, "Günümüz modern edebiyatına devasa bir giriş"tir.

Nâzım'la dostluğu

Şiirlerinin ve politik mücadelesinin dışında büyük aşkları, dostlukları ile de tanınan Neruda'nın biyografisi uluslararası çapta ünlü birçok yazar ve şairle geçirdiği zamanları anlatan anılarla da yüklü. Platero ile Ben'in yazarı Juan Ramon Jimenez'le kavgaları, Rafael Alberti, Lorca, Paul Eluard, "Yüksektir/ kule gibi/ ve tepede/ iki pencere:/ gözleri, Türkiye'nin ışığıyla" dizelerini yazdığı Nazım Hikmet, Cesar Vallejo, Louis Aragon, Pablo Picasso bu isimlerden yalnızca birkaçı. Ve tabii şiirinde sonsuz büyüyen aşkları... Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desesperada'daki (Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı) her bir şiirin kimin için yazıldığı bile yıllarca süren cevapsız bir sorular dizisi oluşturmuştur. Neruda, ellili yaşlarında meraklı bir dinleyici kitlesine yaptığı bir konuşmada tüm bu sorulara yaşamının da özeti sayılabilecek bir cevapla karşılık verir: "Aşk şiirlerimden her birine ilişkin bir açıklama yapacağıma size söz verdim. Yılların geçip gittiğini unuttum. Hiç kimseyi unutmadım, ancak iyice düşününce, size vereceğim adlar neyinize yarayacak ki? Herhangi bir alacakaranlıktaki iki saç örgüsünü ne yapacaksınız ki? Ağustos ayında, yağmur altında iki kara gözü ne yapacaksınız ki? Yüreğim hakkında bilmediğiniz ne söyleyebilirim ki? Açık açık konuşalım. İçten olmayan bir tek sevgi sözü kullanmadım. Gerçek olmayan bir tek dize yazmadım."

Zaman Kitap

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.